Ejderhanın gölü ve Hıdırlez mağarası

Mayıs ayında başlanan Yayla yolculukları, kimi zaman iki kimi zaman üç gün sürebiliyordu. Yol yok şimdiki gibi sadece patika yollar, hani keçi yolları denir ya onlar gibi. Kimi yerlerde uçurumlardan geçilmesi gerekiyor. Yollar uzun, insanlar yorgun düşer ama her yıl yenilenen yayla yolculuklarında yeni yeni tanışıklıklar ve hikayeler, o yayla yolculuğunu hep özlemle hatırlatır insanlara..hele çocuklara..

 
Bir hafta öncesinden başlanır yayla yolculuğunun hazırlıkları. Ekmekler, çörekler, keteler hazırlanır yol boyunca erzak olsun diye, öyle ya iki veya üç gün boyunca yollarda olacaksınız. Buna da bir hazırlık gerekir, Varsa çarıklar dikilir, yoksa kuşaklar örülür, fistanlar, peştemallar, çislavet lastikler, veya kara lastikler alınır. Azık torbaları tutulur. Yola çıkacak köç (yaylaya gidecek insan, aile) konu komşularla o yolu birlikte alırlar. Hem şenlik olur ve hem de yol boyu olabilecek her hangi bir olumsuz durumun aşılması rahat olur. Birlikten kuvvet doğar ya.


Sığırların süslemeleri bitmişse, cameşler paklanmışsa, eşekler , katırlar ve atlar  da hasta değillerse o zaman erzaklar onlara yüklenir ve sabahın alaca karanlığında yola çıkılırdı. Yol boyunca kalınacak yerler bellidir zaten. Hanlarda yer varsa oralarda yoksa da yol boyundaki mağaralar da dinlenilirdi. Yoldaki hareket, tamamen birlikte götürülen hayvanlara bağlıydı.Öyle ya büyükbaş hayvanlardan eğer sizde cameş (manda) varsa, siz sadece sığırı olanlar gibi rahat gidemezsiniz yolda. Veya yaşlı sığırınız varsa genç hayvanları olanlarla da aynı hızla yürüyemezsiniz yolda. İnsanların yayla yolculuğunu belirleyen onların o andaki büyükbaş hayvanlarının yol performanslarıdır kısaca.
 


 Kimi yolda direnir hayvanların, yorulur yatar, kalkmaz siz uğraşırsınız saatlerce. Kimi inat eder, yatar bi,r daha kalkmaz, kiminin ayakları vurur, tırnakları kırılır, yürüyemez ve siz beklersiniz. Yani yayla yolları sadece insanların arkadaşlıklarına değil hayvanlarla da sıkı dostluklar kurmanızı da sağlar.
Yollar boyunca nazlatacağınız bir gileniz (dana) veya bir kuzunuz veya sizi dinleyen ve anlayan, her sözünüze baş hareketleriyle onay veren sanki “haklısın” veya “tamam” “olur tabi öyle yapalım” der gibi bir akıllı sığır veya eşşek’le yol alınmaz mı? Bizim vardı, adları da insan adıydı “recep” ve “şaban”. Sanırım Recep, benden önceydi de ben şaban’ı tanımıştım. Onunla arkadaştık, beni dinler, bende inat etmez di ama bir başkası ona laf geçiremezdi. Bahsettiğim Eşek, Şaban’dı. Onun için gerçek hayatta da insanlar arasında bir çok “eşek” tanıdım ve hala da “eşek”lerle aram iyidir.
 
Şaban’ı amcam kesti
 
Şaban, hani beni dinleyen ve seven ve benimde onu sevdiğim eşeğimizdi. O dönemlerde köydeki evimize de araba yolu değilde yine patika yolla çıkılırdı. Hele bizim çağılın hemen altında azıcık yağmur olunca da zalım çamuru dediğimiz çamur vardı ki, boş olsan da yürürken ayakların kayar, çoğu kez düştüğümüz de olmuştur. Bu arada eşekle suyu ben taşırdım, istemlilerde. Caminin altındaki çeşmeden alırdık suyu. Köy meydanına kadar gelen kamyonla çarşıdan kumanya gelir ve biz de o kumanyayı, un, şeker, buğday, zare (Öğütülecek veya öğütülmüş mısır unu), eşekle eve çıkarırdık.
 
Ailemiz kalabalıktı ve alınan bir çuval un değil iki çuval olurdu. Şeker de aynı şekilde, 50 kiloluk çuvallarda olurdu. Bunları köy meydanından eşeğe yükler, onunla çıkarırdık. Eşek boş olduğunda da  sırtına binerdim. Zaten, eşekle olan arkadaşlığımın en güzel yanı da buydu! Bir seferinde eşeğin semerinin  bir tarafına bir çuval un, diğer tarafına da bir çuval un yüklemiştik ve eve çıkarırken o çağılın altından geçerken şaban’ın ayağı kaydı ve sırtındaki un çuvalının demir teller tarafındaki, dikenli demir teline takılıp yırtıldı. Yere biraz un döküldü. Yırtılan un çuvalının o kısmını önce tuttum, sonra fındık yaprağı ile kapadım ve eve çıktık.


Un çuvalının yırtılmasını anlattım ama en küçük amcam Mahmut, o zamanlar 24 yaşlarında, bana eşeği düzgün sürmediğim için fırça attı sonra da şabanı yularından tuttuğu gibi meşeye götürdü. Tabi bende gittim ardından diğer amcamın oğlu ve kardeşimle. Meşedeki karayemiş ağacının altında amcam,  “artık sen yaşlandın, bir un çuvalını bile taşıyamıyorsun demek ” diyerek Şaban’ın  kafasını kesti. Yaşlanan eşeklerin kafası kesilirmiş demek ki. Kurban keser gibiydi. Çok kızdım ve öfkelendim ama yapacak bir şeyim yoktu. O Şaban, bizim son hizmetteki eşeğimiz olmuştu.
 
Aradan biraz zaman geçmişti ve şaban’ın kesilmesi olayı konuşulurken amcamın büyük oğlu Hüseyin, Şaban’ın adının her anılmasında  sık sık “rahmetli” diye araya girer, ve hala ona rahmet okur. Tabiî ki ben de çok etkilenmiştim. Ondan dolayı da nerde bir eşek görsem, sempatiyle bakar ve o hayvanları hep severim.Ağabeyimin oğlu Hakan Utku’nun Ziğana dağında gördüğü ve “fil” sandığı ve ama yanına zorla sokulup fotoğraf çektirdikten sonra da “eşek demek istemiştim” dediği, bizim şabandan ufak bir eşekti ama o benden şanslıydı. Çünkü, bizim o zamanlar ne bir fotoğraf makinamız vardı ve ne de fotoğraf çekenimiz. Onun için benim arkadaşım Şaban’la çekilmiş bir fotoğrafımın bulunmaması eksiğimdir!


 


Sipa’yı nasıl sattık
Söz eşekten açılınca bir eşek anımı daha anlatmayı uygun gördüm. Fındık ayı gelmiş ama eşeğimiz de yok. Şaban’ı amcam kesmişti.Dedem beni yaylaya  eşek almaya gönderdi.”babana söyle bir eşek alsın, sende al o eşeği gel”dedi, Gittim Yayla’ya. Yaylamız, Bayburt’un bir köyü idi. Babamla bir akşamüzeri gittik komşu köy Gondolot’a. Orada eşekler varmış, mallıkla sabah dağa çıkan eşeklere köy meydanında baktık ve bir tanesini  600 liraya aldık.


Eşek değil daha yavru meğer. Ben sırtına bindiğimde beli büküldü hayvanın, çocuktum üstelik. Ama, babam sıkı pazarlıktan sonra satın almıştı bile.Sonra da amcamın oğlu ile sipa’yı iki günlük yürüyüşten sonra Araklı’daki köyümüze getirdik.Eşeği harman ilk gören babaannem oldu. Ama hemen anladı, dedemin kızacağını. Çünkü dedem, cambel diye bir arazimiz var ve burası en uzaktaki fındıklığımız. Buradan Fındık taşıyacak bir eşek almamızı istemişti ama babam, “nasılsa büyür” diyerek bu sipa’yı almıştı. Babaannem bana, “deden görmeden yarın sabah erkenden alın onu gidin kaşıkçı’ya satın, deden görmesin bunu çok kızar “dedi ama biz de yayladan geldik dedem de bunu gördü. Ve sordu, “nerde eşek getirdiniz mi?” 


Getirdiğimiz sipa’yı görür görmek dedem başladı bağırmaya, “sizin aldığınız eşeğin de, onu size satanın da” diye küfretmiyor ama biz onu anlıyoruz. Babama sayıp saydırıyor, tabi biz emir kulu olduğumuzdan bize bir şey demiyor. Hem dedem beni severdi ve bana bağırmazdı, bana kızsa da başkalarına bağırır bana fiske dokundurtmazdı. Bende dedemin gönlünü almaya çalıştım, eşeğin yapacağını biz yaparız dedim ve onu teselli etmeye çalıştım. Sonraki gün de üç arkadaş babaannemin dediği gibi Kaşıkçı’ya gidip, sipa’yı satlığa çıkardık. 
 
Bir dükkanın önünden geçerken adam bize baktı, “çocuklar satılık mı eşek” dedi. “evet” dedik, “getirin ona 400 lira vereyim” dedi. Olmazdı, biz eşeği 600 liraya almıştık ve iki gün de yol yürümüş getirmiştik. “olmaz amca” dedik, “o fiyata satamayız”. Gidip geliyoruz a………………yazının devamı için tıklayınız

Yorum bırakın